Şiddete Karşı Reflex Sergisi

Reflex Grubu’nun mekandaki alışılmış algı biçimiyle oynayarak, şiddete karşı refleksini gösteren sergisi, 15 Mayıs 2008’de 8. Adli Bilimler Kongresi kapsamında Baki Komsuoğlu Kongre ve Kültür Merkezi’nde gerçekleşti.İzleyenleri içine dahil eden sergi, Doçent İnsel İnal yönetimindeki Kocaeli Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Disiplinlerarası Sanat Atelyesi son sınıf öğrencilerinin ürettikleri çalışmalarla oluşturuldu.Klişeleşerek, algılanmayanları tekrar gösterme çabasıyla yola çıkan öğrenciler, bu sergide farklı bir dil arayışına girdiler. Olumlu eleştiriler alan sergi, çocuk ve şiddet ilişkisine farklı yerlerden bakarak özellikle kongreye gelenlerin ilgisini çekti.Bu dil arayışı, bulunduğu mekanı daha “hoş” göstermesi için yapılan geleneksel sergilerden farklı olarak, izleyicilerle çalışmalar arasında bir bilgi alışverişi olmasını sağladı. Seyircinin katılımıyla birlikte var olan eserler, interaktif halleriyle seyircilerin gündelik yaşamlarında ve dolayısıyla belleklerinde yerlerini aldı.Mekanın kapısından girer girmez Evrim Özarslan’ın “Şekerden Yol” adlı çalışmasıyla başlayan sergi, izleyicileri bir sanat eserinin üzerine basarak geçmek zorunda bırakıyordu. Bir çocuk resmini piksellerine bölerek renkli şekerlerle yere uygulayan Özarslan, yapış yapış şekerlere basarak içeri giren herkesi sanki şiddet suçuna bulaştırmaya çalışıyordu. Aynı zamanda bu çalışma çocuk resmine basıp, tabanları yapış yapış olan izleyenlere, şiddet gösterenin, gören kadar zarar göreceğini de hissettiriyordu.Sergide izleyicilere bastıkları yerle ilişki kurdurtan ve çocuğa uygulanan şiddete farklı açıdan yaklaşan bir diğer projede Kardelen Fincancı’nın “Yaralı Kağıtlar” isimli çalışmasıydı. Kongre katılımcıları amaçları doğrultusunda konferans salonuna ulaşmaya çalışırken bu sefer de salonun girişindeki merdivenlerin önüne yapıştırılmış kağıttan çocuklarla karşılaştılar. Katılımcılar bu kağıttan çocukları bazen fark edip, bazen de hiç fark etmeden ayaklarıyla yırtıp yaralarken, Kardelen Fincancı’nın yırtılan yaralanan kağıtları sergi boyunca yara bantlarıyla tekrar yere yapıştırmasını izlediler.Kardelen Fincancı’nın bir diğer işi olan “Aslan Terbiyecisi” isimli çalışmasında ise bu sefer izleyici, çocuk ya da çocuğa şiddeti uygulayan arasındaki sıkıntılı duruma tanık olmaya seyircisini çağırıyordu. Büyük boy levhaya basılmış Fincancı’nın resmi lunaparklardaki kafa sokularak poz verilen resimlere gönderme yapıyordu. Toplumdaki şiddet olaylarından aslında herkesin sorumlu olduğunu vurgulayan proje, alışılmış eğlenceyi malzeme ederek çarpıcı bir anlatım sunuyordu. Fincancı poz verip fotoğraf çektiren izleyiciye, hem şiddeti uygulayan kişi, hem de şiddetin uygulandığı çocuk olma durumunu yaşatmış oluyordu.Bu deneyimin bir başka versiyonunu bir performansın dokümanter videosunu eserleştirerek aktaran Deniz Rona ise “Leke” isimli çalışmasında, şiddet uygulananın sonunda, şiddeti uygulayacak olana dönüşümünü ve şiddetin yeniden yaratılışını gözler önüne serdi. Ayrıca Deniz Rona, videosunu, performansında kullandığı lekelenmiş beyaz bez ile bir kolon arasında sergilemesiyle de izleyenleri sıkıştırarak videoyu izletmeyi tercih etti. Sıkışmışlık duygusunun şiddetle olan paralelliklerini sorgulamamıza neden olan bu çalışma yine seyircisini içine alarak kendini var eden projelerden biriydi.Mekanın bir diğer köşesinde bulunan Nagehan Altay’ın çalışması ise, bebekleri beslemek için kullanılan en temel nesneleri cam bir fanus içine yerleştirmişti. Fanustaki bebek mamasının içine ve emziğin kenarına koyduğu kara sineklerle şiddetin çok yalın ve gerçekçi bir tasvirini yapmış oluyordu. Altay bebeğin büyütülürken bulunması gereken hijyen bağlamını ters yüz ederek bizi alışılmışın dışındakilerle karşılaştırdı. Kocaman kara sineklerle, tertemiz mama dolu kabın birlikteliği o kadar rahatsız edeciydi ki, bebeklerin bilinçsizce maruz kaldıklarına seyirci istemese de şahit oluyordu.Çizgi filmlerden yola çıkan Mehmet Parıltı’nın çalışması ise çocukların çok sevdiği kahramanlarının tuvale kare kare uygulanmış şiddet içerikli sahneleriydi. Gerçek yaşamdaki durumlarla da ilişkilendirilebilecek türden sekansların dahil olduğu bu çalışma, en çok sessizliğiyle ön plana çıkıyordu.Esra Demirci, çocukların en bilinen ve sevilen oyunlarından birinin üzerinden ürettiği “Seksek” isimli çalışmasında, çocukluğun masumiyetinin şiddetle kayboluşunu ve çocuğun şiddet yüzünden zamanla ışıksızlığın içine nasıl sıkıştığını bir film devamlılığında fotoğraflarla paylaştı. Demirci, izleyenlere, bir oyunun çocuğun içindeki karanlığa dönüşmesiyle, gizli şiddet odaklarının toplumların geleceğine nasıl yansıdığını çok başarılı bir biçimde hissettiriyordu.Oyuncaklar üzerinden yola çıkan Semra İncesu ise çalışmasında, özellikle silahların gizlice taşındığı içi kesilerek boşaltılmış kitapları metaforlarıyla birlikte kullandı. İncesu, kestiği kitapların içine çocukların oyun oynarken kullandığı “sakıncalı” oyuncakları yerleştirerek, şiddeti var edenlerin çok da uzakta olmadığını seyircisine anlatıyordu. İncesu, şiddet içerikli oyuncakların, bedensel kuvveti yücelten, savaşları ve kavgaları sevimli gösteren kurgular üzerinden tasarlandığını betimlerken, aslında oyuncakların, küresel ve çok uluslu savaşları besleyen politikanın bir parçası olduğu konusuna göndermeler yapıyordu.Mezun olmalarına günler kala gerçekleştirilen bu sergiyle katılımcılar farklılıklarını nasıl ifade edebilecekleri üzerinde bir deneyim kazanmış oldular. Gündelik yaşamın sanatla daha katlanılır ve ifade edilir haline tanık olan öğrenciler aynı zamanda ileride devam ettirecekleri Reflex Grubu’nun da temellerini atmış oldular.Bir sonraki sergiyi mezun olduktan sonra gerçekleştireceklerini belirten grubun yeni sözlerini merakla bekliyoruz.Doçent İnsel İnal

Hiç yorum yok: